Aşkı biz çok yanlış anladık. Yabancı kalplerde aradık. Yalan sevdalarla yaban ellerde oyalandık. Oysa aşkı önce kendinde bulmalıydı insan.
Biz aşkı, eski bir tanıdıkla sokakta karşılaşınca asla kullanılmayacak ama nezaketen alınıp verilen telefon numaraları sandık. Halbuki aşk, meşakkatli duraklarda sonsuz bekleyişler sonunda gelen bizi ait olduğumuz yere götürecek vasıtaydı."O" bizdi, bizdendi, bizden gelen bizi bize götürendi. Biz onu çok yanlış anladık. Aşkın cümlesini kalitesiz mürekkebimizle kirli kağıtlarımıza yazarken harcadık.
Ben aşkın öznesine aşık bir aciz. Aşktan etkilenen nesneyle ilgilenmeyen bir garip.Onun bana yaptıklarını seviyorum. Belki de korkağım kim bilir? Gerçekliğin korkağı...
Esti nesim-i nevbahar açıldı güller subhdem Açsın bizim de gönlümüz saki medet sun cam-ı Cem
(İlkbahar meltemi esti, sabahleyin güller açıldı. Ey saki, medet ! Cemşid kadehi sun, bizim gönlümüzü de o açsın.)
Erdi yine ürdibehişt oldu hava ambersirişt Âlem behişt ender behişt her kûşe bir Bağ-ı İrem
(Gene Nisan ayı geldi, hava amber tabiatlı oldu. Alem cennet içinde cennet, her köşe bir İrem Bahçesi …)
Gül devri ayş eyyamıdır zevk ü sefa hengâmıdır Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhundedem
(Gül devri yiyip içme günleridir, zevk ve sefa zamanıdır. Bu, nefesi uğurlu mevsim âşıkların bayramıdır.)
Nefî'nin Nevbahar kasidesi. Bir zaman lisedeyken edebiyat öğretmenimiz bu kasideyi okumuş ve takıldığı bir yerde -o hafızada bir insan nasıl takılır bilmiyorum ama- bize dönüp "hadi devamını siz getirin"dedi. Biz suskun tabi. Nereden bilsin körpe lise öğrencisi. Matematikten fizikten fırsat mı kalmış hayatın bu "güzelliklerini" tatmaya. Kaldı ki kasideyi ezberlesin. Hoca nedense dayanamadı kızdı. "Çok yazık. Yeni nesile de bak. " diye bizi azarladı. Hatırlıyorum da çok içerlemiştim. Siz buna gaza gelmek diyebilirsiniz. O akşam gidip kütüphanede o kasideyi bulmuş daima yanımda taşıdığım not defterine yazmış hocanın takıldığı yerin bir beyit ötesine kadar ezberlemiştim. Aslında sonrasında bir heves oluverdi ve birçok şiir tuttum hafızamda. Bir gün de nasip oldu o hocam yine bir şiiri tamamlamamızı istediği bir yerde- tesadüf ki yeni ezberlediğim Rindlerin Ölümü şiiriydi- devamını getirdim. Soracak olursanız söyleyeyim. Hiçbir takdir, aferin almadım. Ama o şiirleri hala hatırlıyor olmanın lezzeti. İşte bu benim için gerçek bir hazine. Mesele bununla da sınırlı değil aslına bakarsanız. Bahar... En çok da Nisan ayı. Yeşeren erik dallarıyla, açan çiçekleriyle, kimine göre baş belası hazırlıksız yakalayan yağmurlarıyla benim vazgeçilmezimdir. Etrafta gördüğüm hüdayinabit, papatyalar arasına kümelenmiş mor menekşeler. Ve o ani yağmurlardan sonra gelen toprak kokusu. Dünyadaki cenneti tanımla deseniz bir annemin kokusu bir de köyümün yağmurlarından sonra toprağın bahşettiği bu kokuyu derim. Velhasılıkelam ben baharı, nisan yağmurlarını bir başka severim. Bu yüzden bu tatlı bahar meltemi benim suya değen güçsüz yelkenlimin ilk esintisi olsun dedim.